Tenzilin inkarı söz konusu değilse, te’vil’in inkarı küfrü gerektirmez.
- Birhan Çeviren
- 13 Ağu
- 2 dakikada okunur
İnsanlık bir araya gelip toplum dediğimiz yapıyı oluşturabilme başarısını gösterebilirken, maalesef ayrıştırıcı olmayı da ‘başarabilmektedir’. Evet bu iki durumda bir çabanın sonucudur. Din, dil veya ırk merkezli birlikteliği sağlayan insan; konu ayrışmaya gelince ortak özellik olarak değerlendirebileceğimiz bu şeyleri göz ardı ederek çok rahatça ve hoyratça dışlayıcı bir tutum ortaya koyabiliyor. Tarihini ortakça oluşturduğu kişileri, şahsi düşünce veya ihtiraslarından ötürü kutuplaştırabiliyor. Farklılıkların zenginlik olarak görülmediği, asgari müştereklerde bir araya gelinemediği bir toplum olma yolunda çokta emin olunan adımlarla gidilmekte olduğunu söyleyebiliriz. Hepimiz gündelik yaşantımızda kimi zaman siyasi kimi zaman dinsel fikirlerimizden hatta spesifik yaklaşımlarımızdan ötürü buna maruz kalabiliyoruz. Tabii bu durumun ortaya çıkarttığı pek çok problem ve yaklaşım söz konusu. Bu duruma da en başta yazdığım ‘tenzilin inkarı söz konusu değilse, te’vil’in inkarı küfrü gerektirmez,’ cümlesi ile üzerinde durmaya çalışacağım. Öncelikle ifade, İmam Azam’a (rahimehullah) nispet edilen bir sözdür. Doğru bir zeminde mesaj anlaşılabilirse günümüzdeki savrulmalara ve ayrışmalara ‘soğuk su’ serpeceğini düşünüyorum.
İslam Tarihi boyunca bir grubun diğer bir grubu tekfir ederek dışladığına şahit olmaktayız. Efendimiz’in (sav) vefatından sonraki süreçte yaşananlar ki bunu defin sürecinde yaşanan halife seçimi mevzusundan tutunda Cemel ve Sıffin savaşlarına varıncaya kadar pek çok mesele ile görmekteyiz. Siyasi ayrışmalar, dinin temel ayrışma noktası gibi algılanmasından kaynaklı kutuplaşmalar meydana gelmiş ve bu durum mezhepsel ayrılığın temelini teşkil edebilecek bir seviye de değerlendirilmiştir. Yorumsal boyuttaki ayrışmaların (te’vil) sanki köklü ayrışmalar (tenzil) gibi değerlendirilmesi, sakin başlayan bir yağmurun sele dönüşerek önüne gelen herşeyi yıkması misali toplumun birlik ve beraberlik duvarlarının yıkılmasına sebep olduğuna şahit olmaktayız.
Gelinen noktada müslümanlar acı çekip geri kalmışlıklarının sonucunu çekiyorlarsa yukarıda bahsettiğim ayrışmaları derinleştirmeleri sebebiyledir. Peki ne yapmalı? Birinci olarak, İslamiyet üst çatı olarak görülmeli onun önüne hiçbir anlayış (dil, renk, ırk, mezhep vs) geçirilmemelidir. İkincisi, asosyal olmanın bir yansıması olarak gördüğüm diğer insanların görüşlerine kapalı olmayı bir kenara bırakarak daima haklı çıkmayı istemek yerine doğru olan ne ise onun peşine takınılmalıdır. Üçüncüsü, İslam geleneğinin bize öğrettiği ‘Îsâr’ kavramını tekrar işlevsel hala getirerek, ben merkeziyetçi tutumdan uzak durulmalıdır. Son olarak da asıl meseleler ile tali meselelerin ayrımını doğru yaparak her farklı görüşe karşı tekfirci bir dil kullanılmamalıdır…
Sonuç olarak kolay olan ayrıştırmaktır, zor olan ise farklılıklara rağmen bir arada kalabilmektir. Kolay olan bencil olmaktır, zor olan . Kısacası kolay olan ‘ben müslümanım’ demektir, zor olan ise her koşulda ‘müslümanca duruş’ sergileyebilmektir.







Yorumlar